10 Eylül 2014 Çarşamba

En Öz Eleştiridir Okuduğun


Bu bir öz eleştiridir. Tek bir iyi özellik bulamazsın. Uyarıyorum. 


Alınganım kabul. Karşımdaki zahmet olmasın diye istemez ikramımı, ben sevmedi diye almadı derim. Bir lafı bine böler her bi parçası için ayrı ayrı dertlenirim. Birine sinirlenir, küser sonra da barışırım ama karşımdakinin haberi olmadan yaparım bunu. Öyle ki uzmanım. Buzlarımı eritmeye bi gülüş yeter. Kavga etsem bir saate kapındadır özürüm. 

Kıskancım. En büyük afetlerimdir zaten kendileri ; kıskançlık ve alınganlık. Açarsam bu konuyu, arkadaş kaybına yol açabilirim. Öz eleştirinin dozajı iyi bilinmeli. 

Pimpirikliyim. Geleceği gereğinden fazla düşünürüm. Ne anlar ne hatıralar kaybetmişimdir kim bilir sırf bu yüzden. Gelecek gelecek. Sen düşünsen de düşünmesen de. Gel bir de bana anlat bunu. Orta okulda üniversite sınavı sancısı çeken bir çocuğa ilerisi için dertlenme diyebilir misin? Bir hafta öncesinden beynimi kemiren öyle saçma sıkıntılarım var ki benim. Duysan gülersin. Gamsız olmak pembe panjurlu evim. Hayalim. Gamsız insan kimseyi önemsemez. Gamsız insan geleceği düşünmez. Onun olayı kendisidir. Kendi dışındaki dünyadan ona ne! 

Kararsızım. Bazen sırf karar aşamasının stresinden kurtulmak için saçma kararlar veririm benim için kötü olacağını bile bile. 

Geçmişiyle yaşayan yaşlı bi kadın gibi işler kafam. Gelecekle olan bağım kadar sağlam bir bağım daha var. Onun da bir ucu geçmişime bağlı. Anılarla değil anılarda yaşarım bazen. O yüzden zor vazgeçirim hatıralarımın başrollerinden kimi zaman jönlerinden. 

Kimseye değerinden fazla yüz verdim demem. Kim bilir ki kimin kaç para ettiğini? Ne severiz fiyat tahminini, olur olmaz paha biçmeyi. Sevmişimdir değer vermişimdir. Olumsuz sonuçlanan arkadaşlıkların ya da ilişkilerin arkasından anılara çamur bulaştırmak niye? Hatıraların tozu alınmalı belirli sıklıklarla. Ama o tozun altındaki anının parlaklığına kaptırmamak lazım kendini benim gibi. Parlar, hatırlatır, gülümsetir. Ama bitmiştir. Bana birinin bunu anlatması şart. Geçmişle aramdaki bağın halat yerine dikiş ipliğine dönüşmesi lazım. 

Nefret etmek fiilini sık sık kullananlardan nefret ederim. Ne ironik! Yerinde kullanınırsa bir duygunun dışa vurumudur nefret. Fazlasıyla da kişilik bozukluğuna yol açar. Ben sorunluyum sinyali verir karşı tarafa. 
Nerede duyduğumu hatırlamıyorum ama aklımdan hiç çıkmayan bir söz var. "Çevrendeki herkes pislikse belki de asıl pislik sensindir." Nefret ettiklerin fazlaysa mesela, belki de asıl nefretin kendinedir. 

Benden bu kadar. Öz eleştirinin dozajı demiştik, ayarlamak lazım.  Hatalarını bilmek güzel. Kabullenerek, düzeltmeye çabalayarak. Ne demiş Ludwig Van Beethoven: " Çekilmez biriyim ama Tanrının beni böyle yarattığını düşünerek teselli buluyorum." 
Evet yaratılış gereği çekilmez olabiliriz ama aynı zamanda yaratılışımız gereği paylaşmayı, sevmeyi, sevilmeyi bilmiyoruz. Bırakalım böyle mi devam etsin? Beethoven eksini buldum master! 

Kabullenmek basit. Kolaysa gel bir de değiştir! Değişir her şey. Yetmiş yaşla yedi yaş arasında 63 sene vardır. Senelerle çabalar bir araya gelsin bi'. Neler olur neler! 

2 Eylül 2014 Salı

Yaz Tatilinin Kelimeleri

Bu yaz tatilinin ana başlığı ''Oku'' alt başlıklarından biri ''Modern Klasikler'' diğeri de''Şiir'' olsun. İş Bankası Yayınları'nın Modern Klasikler Serisi çok ilgimi çekti. Klasik okumaktan pek hoşlanmayan biri olarak adında klasik kelimesini de barındıran, kolay akan, ilgi çekici ve betimlemesi az bu seri bana bal gibi geldi. Her ne kadar seriye birinci kitapla başlayıp sırasıyla gitmek istesem de -bu yayının bir eksiği olarak-bir türlü tüm serinin sıralı halini bulamadım. Birinci kitap olan Sineklerin Tanrısı'ndan sonra sıralamaya en yakın bulduğum 3 numaralı Anthony Burgess'ın Otomatik Portakalı'nı okudum. Çok merak ettiğim bir kitaptı zaten Otomatik Portakal. Kitaptan fazla Kubrick yapımı filmiyle ünlenen bu yapıtı en kısa haliyle özetlemek gerekirse aşağıdaki linkte sonunu eksik de yazmış olsa da arkadaşın özetinin yararı dokunabilir.







Kitabı bitirdikten sonra filmini de izleyeyim dedim. Beethoven detayları kitapta da dikkat çekiyordu, bunu bir de film de işiterek yaşamak ayrı bir zevkti. Ama ikisi arasındaki dev farka bir anlam veremedim.

Filmin sonu Alex’in iyileşmesi ile bitiyor ama gerçek anlamda “iyi”leşiyor mu orası Kubrick’in bilmecelerinden biri. Dönemin iktidar karşıtı politikacıları halka bu tedavinin yani deneyin yanlış olduğunu açıklamaya çalışıyor ve hastaneye yattıktan sonra uygulanan tedaviyle Alex deney önceki haline dönüyor. Dikkat ederseniz o cümle de sinsi bir bakışla söyleniyor finalde. Filmin finali bu. Bir de kitabın finali var. Anthony Burgess’ın Otomatik Portakal’ı ile Stanley Kubrick’in Otomatik Portakal’ı arasında dağlar kadar fark var. Gerek finali olsun gerek kitapta olmayan Kubrick’in eserleri olan illuminati içerikli mesajlar olsun. Film afişi bile bazı şeyleri anlatmaya yetiyor. Finale gelirsek kitapta Alex hastane tedavisinden sonra eski “kötü” haline dönüyor ve eski çetesinden arkadaşına rastladığında onun aile kurduğunu görüp özeniyor. İşte o an yeşeriyor içindeki iyilik tohumları. Yani sonuç olarak Alex deney gibi dışsal bir baskı olmadan içinden gelen bir hisle iyileşiyor. Film kitaptan bu kadar farklıyken Kubrick yorumunun bu kadar övülmesinin nedeni nedir ben hala anlamış değilim. Yazar filminin sonundan memnun kalır mıydı izleseydi, bu da bir Kubrick bilmecesi.

Sineklerin Tanrısı. Hikayesi bize o kadar yakın ki. İki sandalyeyi birleştirip üzerine çarşaf gererek yaptığımız evlerden, kurduğumuz hakimiyetlerden, kurucu olmak için yaptığımız kavgalara uzak değil. Uçakları adaya düşen çocukların kurdukları küçük ülkeyi ve bu ülkeyi hükmetmek için birbirlerine verdikleri savaşı anlatan kitap, çocukların da şartlar gerektirdiğinde o saf benliklerinden farklılaşıp vahşileşebileceğini anlatıyor. Çocuk dediğimizde aklımıza sadece çizgi film izleyip süt içen küçük adamlar kadınlar gelmesin, bir çocuk bir domuzun başını kesip kazığa saplayacak kadar benliğinden uzaklaşabilir.Uçakla ıssız bir adaya düşmeyedursun. Filmini de incelemek isteyenlere:



Klasik müzik devleriyle dolu bir cennet Mozart'ın ölümünün iki yüzüncü senesini anıyor. Kitap aslında 3 bölümden oluşuyor. Anma töreni için orada bulunan devlerin birbirleriyle bazen tartışma bazen övgü dolu konuşmaları, Mozart'ın hayatınından ilham alınarak hazırlanmış Opera Buffa (komik opera) ve Anthony Burgess'ın adı ve soyadını birbiri ile konuşturduğu ilginç bölüm.Her paragrafından yaratıcık akan bu kitap Anthony Burgess'ın klasik müzik hakkında derin bir bilgiye sahip olduğunu gösteriyor.Zaten araştırdığımda Burgess'ın kendisini ''Roman yazan Müzisyen'' olarak tanımladığını gördüm. Mozart,Beethoven,Mendelssohn,Wagner,Prokofiyev, Bliss gibi ünlü kompozitörlerin hayatı hakkında yeterli bilginiz yoksa edinip öyle okumanızı tavsiye ederim. Sadece Mozart ile ilgili Amadeus ve Beethoven ile ilgili de Copying Beethoven filmini izleyen biri olarak kitapta bazı yerleri kaçırdım. Öncesinde küçük bir araştırma yapılarak okunabilecek alışılmışın dışında bir kitap.


Edgar Allan Poe'yu Kuzgun şiiriyle biliriz hepimiz. Şiirlerinde olduğu kadar öyküleriyle de ün yapmış yazarın kitaplarına bir yerden başlayayım dedim. Kuyu ve Sarkaç'ın anlatılacak bir içeriği yok. Kitap birbirinden bağımsız öykülerden oluşuyor. Öykü severler okumuştur zaten, önermeme ne hacet.




Cemal Süreya demek Tilbe demek. Oda arkadaşımın Süreya'ya karşı çok farklı bir hayranlığı var ki hayran olunmayacak bir şair de değil. Ben de 4 şiirinin çok önemli bir yeri var. Biri kitaba adını da veren "Üvercinka" diğeri "Önceleyin","San", dördüncüsünün adı da bende kalsın.




Stefan Zweig'ın Satranç adlı kitabını çok duymuştum. Ama kalemine başlamak Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ile oldu. İyi ki de bununla oldu. Ortamın verdiği huzurla mı yoksa kitabın akıcılığıyla mı bilmiyorum kitap başlar başlamaz içine çekti beni. Belki de platonik temalı aşkı işlediği içindir. ''Sana, beni asla tanımamış olan sana'' diye başlar mektup. Bir solukta okunabilecek, aşkın sınırlarını anlatan, algıları zorlayan bir Zweig eseri.




Hazırlık senemde çok sevdiğim bir abim sayesinde kitap fuarında çalışma gibi bir imkanım oldu. İlk iş tecrübem ve gerçekleştiği yer bir kitap fuarı! Şimdi ne kadar teşekkür etsem azdır Burak abiye. Hem bana böyle bir imkan verdiği için hem de güzel insanlarla tanışmama vesile olduğu için. tanıştığım güzel insanlardan biri olan Okan abi Sinan Meydan'ın kitap ayracının içine Sinan Meydan 'ın kızının boya kalemiyle bir şiir yazdı bir gün. 

Oruç Aruoba ile tanışmama aracı olan şiirdir o şiir. Gidip almıştık birlikte kitabı, bir de imzalamıştı ilk sayfasını. 




Güzel anılar biriktirdim o 8 günde. Güzel insanlar da. O güzel insanların en güzel olanı Burak abi. Teşekkür ederim yeniden benim için çok anlamlı olan bu çalışma fırsatı için.





Salkım söğüt buldum evimizin az ilerisindeki parkta. Gittiğimde havanın kararmasına bir saat vardı. Okumaya başladım .Hava karardı devam ettim. Sanki ayarlanmış gibi parkın lambası tam yanındaydı söğüt ağacının. Böyle anlar başımıza hep gelmez. Hayatımın en huzurlu bir saatiydi sanırım. Her ne kadar her gün gitmek istesem de gidebilecek miyim gitsem aynı tadı alabilecek miyim bilmiyorum ama o bir saat Stefan Zweig'nın kitabının ortasındaki sarı bir yaprak olarak kalacak bende.

Bu kitaplar yaz tatilinin fotoğraflarla yansıyan yüzü. Diğer yüzde de bir bu kadar olsa da istediğimden az okudum bu yaz. Kışın hayalini kurduğumdan.

   Kışın ne günahı var. Kışları da yazları da bol kelimeli geçirmemiz dileğiyle.
İyi Okumalar!